3 Mart 2013 Pazar

28 Şubat Cuntasının İslâm Düşmanlığına Bir Misâl

Zaman Gazetesi yazarlarından Mustafa Ünal anlatıyor:

"Unutamadığım anekdotlardandır. 28 Şubat’ın soğuk, dondurucu günleri, ülkenin üzerinde kara bulutlar dolaşmakta. Enver Ören, randevu alır, Çevik Bir’le görüşmeye gider. Çevik Bir tanıdığı bir isim aslında. Kuleli’den okul arkadaşı. Ama ayrı dünyaların insanı. Çevik Bir’in irtica diye gözünü kararttığı çetin günler. Bir, 28 Şubat’ı anlatmış. Duydukları karşısında eli ayağına dolaşmış. Nasıl dolaşmasın ki her kutsal düşman olarak bellenmiş. İhlas, kara listeye alınmış. Enver Ören önündeki sürahiyi devirmiş. Erol Özkasnak’ın üstü ıslanmış. İnanç ve insaf sahibi bir insanın sükûnetini koruması mümkün mü? Değil elbette. Enver Ören, Çevik Bir’e dönmüş “Yapmayı düşündüğünüz şeyler toplumda kaosa yol açar, kan dökülebilir.” şeklinde uyarıda bulunmuş. Bir’in cevabı çok acımasız: ‘3 milyon insan ölse ne olur?’ 28 Şubat’ı özetleyen bir cümle aslında." (Zaman Gazetesi, 24 Şubat 2013)

http://www.zaman.com.tr/mustafa-unal/gece-aglayan-gunduz-gulen-adam-enver-agabey_2057362.html

Türkiye Gazetesi'nden Nuri Elibol yazıyor:

"Türkiye Gazetesinde göreve başladığımda 28 Şubat sürecinin uygulamaları bütün ağırlığıyla muhafazakâr camia üzerinde devam ediyordu. 28 Şubat sürecinde İhlas Holding de "kara liste"ye alınan firmalardan biriydi. O günlerde bir vesile ile karşılaştığım dönemin Genelkurmay Başkanı, "Enver Bey'e selam söyle, O Türkiye Gazetesinin içerisinde irticai yayınların yapıldığı iki sayfa var. O iki sayfayı kaldırsın. Bu iki sayfadaki yayınlarınız bizi üzüyor" demişti. Ben de kendisine, "Efendim onlar herkese gerekli olan dinî bilgiler" deyice, "Hayır hayır öyle değil. Ben onların ne demek olduğunu biliyorum" diyerek konuyu kapatmıştı. Ben de bu görüşmeyi aktarmak üzere İstanbul'a giderek Enver Abi'ye yüz yüze aktardım. Enver Abi bana, "Paşama selam söyle. Bizim için devletimiz ve ordumuz çok önemlidir. Biz devletimizle ve ordumuzla kavga etmeyiz. Biz o iki sayfayı yayınlamakla dinimizi insanlarımıza öğretmeye çalışıyoruz. Bunun dışında bir hedefimiz yok. Biz bu gazeteyi de bu iki sayfa hatırına çıkarıyoruz. O iki sayfayı kaldırmaktansa gazeteyi kapatmak daha iyi. Eğer bizden rahatsızlarsa gazeteyi kapatalım" diye cevap vermişti. Ben dönüp uygun bir dille Ankara'da Genelkurmay Başkanına aktardım bu konuşmayı. Aldığı cevaba hiç memnun olmadı ve "Bunların hepsi aynı irticacı birbirlerine benziyorlar" diyerek meseleyi geçiştirdi..." (Türkiye Gazetesi, 24 Şubat 2013)

http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?ID=566004

Mehmet Barlas, Yalçın Özer'in vefatı sebebiyle şunları yazmıştı:

"Bir Başyazar ölmüş diyeler!..

Türkiye gazetesinin, "28 Şubat post-modern darbesi"nde susturulan Başyazarı Yalçın Özer öldü...
54 yaşındayken, kalp krizi sonucu ecele yenildi Özer...
Bir defasında, başına gelenleri anlatmıştı Yalçın Özer..
28 Şubat'ın malûm brifinglerinden birine, Türkiye Gazetesi'nin temsilcisi olarak katılmış..
Salonda, brifingin başlamasını beklerken, oturduğu koltuğun yanına, genç bir subay gelmiş.. Eğilmiş:
-Yalçın Bey.. Sizi telefondan istiyorlar, demiş.
Yalçın Özer kalkmış, salondan dışarı çıkmış..
Salonun dışında, daha yüksek rütbeliler varmış..
Yalçın Özer'e:
-Maalesef sizin bu brifingde bulunmanız mümkün değil... Binayı hemen terkedin, demişler..
"Olur böyle şeyler" değil mi?
Sonra, yazıları kesildi Yalçın Özer'in.. "
(Mehmet Barlas, Yen, Şafak Gazetesi, 9 Ocak 2002)
 

Gazeteci Metin Özer, ağabeyi merhum Yalçın Özer ile ilgili şu hadiseleri anlatıyor:

METİN ÖZER/HABERVİTRİNİ

Bugün 28 Şubat’ın yıldönümü.
28 Şubat’ın en büyük çilesini çeken Enver Ören’i beş gün önce kaybettik.
Enver Abi o kara günlerde kan ağladı ama “kızılcık şurubu içtim” dedi.
Koskoca İhlas Finans batırıldı, İhlas Holding sallandı.
Yapılan zulüme rağmen ne askere ne de devlete tek kelime kötü söz söylemedi.
Hep içine attı.
28 Şubat sürecinde ben TGRT’nin Ankara Temsilcisi olarak çalışıyordum. O günlerde yaşananların canlı tanığıyım.
O süreçte Enver Abi ile günde 15-20 kez görüştüğümü bilirim.
Yaşananları yazmayı çok istedim ama Enver Abi’nin olayları tekrar hatırlayıp üzülmemesi için kaleme almadım.
O günlerde Genelkurmay Basın ve İletişim Bölümü’nden adını şimdi hatırlamadığım bir albay ziyaretime geldi.
TGRT’deki odamda hal-hatırdan sonra konuya girdi:
-Metin Bey, TGRT ile bir sorunumuz yok ama... Türkiye Gazetesi’nde problem var.
Hayırdır” dedim.
Komutanlarımız gazetenin orta sayfasında irticai faliyet yürütüldüğüne inanıyor” dedi.
Dondum kaldım.
Orta sayfanın tamamen kaldırılması lazım. Bu yapılmazsa korkarım İHLAS sakıncalı kuruluşlar listesine girecek” dedi.
Sakıncalı kuruluşlar” demek, kısaca batmak demek. O listeye giren bir kuruluşun devletten tek bir ihale ve tek bir kuruş alması mümkün değil. Hatta ticaret yapması da imkansız.
Durum bu derecede ciddi yani.
Albay’ım” dedim, “Siz hiç orta sayfayı incelediniz mi?
İncelemediğini, sadece komutanların görüşünü ilettiğini belirtti.
Ben de kendisine; gazetenin orta sayfasında sadece dini konuların aktarıldığını, evliyaların hayatlarının seri halinde verildiğini ve kesinlikle uç konuların yer almadığını sadece millete dini bilgiler verildiğini söyledim.
Hatta bu sayfadan dolayı Türkiye Gazetesi’ne teşekkür edilmesi gerektiğini bildirdim.
Bunların hiç birisiyle ilgilenmedi.
Ayrılmadan önce, “Bu durumu üstlerinize bildirirseniz iyi olur” dedi.
Resmen bir gözdağı ve tehditle karşı karşıya kaldık:
-Ya Türkiye Gazetesi’nin orta sayfasını kapatırsınız veya İHLAS’ı batırırız.
Odamda kara kara düşünüyorum.
Bunu Enver Abi’ye nasıl söyleyeyim?
Söylemesem olmaz. Söylesem üzüntüden kahrolur.
Telefonu çevirdim.
Enver Abi her zamanki neşeli haliyle karşımda:
Anlat” dedi.
Yutkundum. “Efendim az önce bir albay geldi. Gazetenin orta sayfasının kapatılmasını istiyorlar” dedim.
Telefonda bir sessizlik oldu.
Metin, böyle şey olur mu? Bizim irtica ile ne işimiz olur? Biz orada millete dinini anlatıyoruz. Benden her şeyi istesinler ama bunu istemesinler. Ben Türkiye Gazetesi’ni sadece orta sayfa için çıkartıyorum. Orta sayfası olmayan Türkiye Gazetesi neye yarar? Holdingin anahtarını istesinler vereyim ama benden bunu istemesinler. Ben olduğum müddetçe gazetenin orta sayfası yayında olacak.” dedi.
Ben de, “Efendim, o albay tekrar ararsa bunları kendisine ileteyim mi?” dedim.
Enver Abi, “Hayır. Ben komutanlarla bizzat görüşeceğim ve bunu onlarla konuşacağım” dedi.
Yaklaşık bir hafta sonra Enver Abi Ankara’ya geldi.
Şimdi Sincan Cezaevi’nde hapis yatan adlarını bile anmak istemediğim dönemin kudretli komutanı Çevik Bir ve Erol Özkasnak’tan randevu almış.
Enver Abi ile odamda oturuyoruz.
Görmeye alışık olmadığım kadar canı sıkkın ve üzüntülü. Buna rağmen gelen arkadaşları gülerek karşılıyor hal hatır soruyor.
Randevu saati yaklaşınca, kalktı.
Allah hayırlısını versin” deyip gitti.
Gerilimle geçen birkaç saatten sonra Enver Abi geldi.
Buruk bir sevinç vardı.
Odama geldi bir kahve istedi.
Ben bir şey sormadan Enver Abi :
-Orta sayfayı kurtardım ama Yalçın’a (Türkiye Gazetesi’nin Başyazarı olan rahmetli Yalçın Özer Ağabeyim) kafayı takmışlar.
Sonradan öğrendim ki Yalçın Ağabeyim ile ilgili Enver Abi’nin önüne 3 klasör dosya koymuşlar.
Bu 3 klasörde neler olduğunu yıllar sonra öğrendim.
Tamamı Yalçın Ağabeyimin köşe yazıları.
Demokrasiyi savunduğu, askerin ve politikacının kendi işini yapması gerektiğini anlattığı köşe yazıları...
Komutanlar;
-Bu adam bize düşmanlık ediyor. Olumsuz yazılar yazıyor.
Yalçın Ağabeyimin yazılarına irtica diyememişler ama düşmanlık olarak görmüşler.
İçeride korkunç bir tehditte bulunmuşlar:
-Ya bu adam gider veya biz götürürüz.
Götürürüz” tehdidinin öldürmek olduğunu küçük çocuklar bile anlar.
Enver Abi de zaten bu ifadeye çok üzülmüştü.
Enver Abi Yalçın Ağabeyime döndü:
-Yalçın, bu akşam yemeğe sendeyim. Kimse olmasın beraber yemek yiyelim.
Ben kendi kendime, “Eyvah” dedim.
Gece yarısına doğru Yalçın Ağabeyim aradı:
-Metin, ben başyazarlığı bıraktım.
Nasıl oldu?” dedim.
Yalçın Ağabeyim:
- Ya Yalçın Özer gider veya İhlas demişler. İhlas’ta 29 bin kişi çalışıyor. Benim için bu kadar insanı riske etmenin bir anlamı var mı? Enver Abi bana “Ayrıl” demedi ama “Ben bu vebali alamam. Bu kadar insanı tehlikeye atamam. Ayrıca Enver Abi’min üzülmesine sıkıntı çekmesine hiç gönlüm razı olmaz. Müsade ederseniz ben istifa edeyim” dedim ve istifa ettim.
Gözlerim doldu. Boğazım düğümlendi.
Uzun bir süre sessizlik oldu. Öfke ve sinirden ağlayacağım ama kendimi tutuyorum.
Dile kolay. Yaklaşık 30 yıl kesintisiz yazarlık yapmış birisinin kalemi kırılıyor ve o kişi benim ağabeyim.
Sağdan sola, bütün Türkiye yazılarına bayılıyor. Herkes büyük saygı ve sevgi duyuyor. Genelkurmay’daki birkaç darbeci sözde komutan, böylesi bir değerin kalemini kırıyor.
Çok zoruma gitti.
Ama belli etmedim.
Yalçın Ağabeyim, “Devamı var” dedi.
Enver Abi, “’Yalçın, ‘Bu götürürüz’ sözü beni çok rahatsız etti. Sen çocukları da yanına al, uzaklara, Amerika’ya gidin. Ortalık sakinleşene kadar 3-5 ay Amerika’da yaşayın. Bütün masraflarınızı ben karşılacağım. Yeter ki sana bir şey olmasın.” dedi.
Rahmetli ağabeyim, kalemini kaybettiği yetmez gibi canından da çok sevdiği vatanını da kaybetti.
Öz vatanında parya!
Vatanı bölmek isteyen bölücü hainler Türkiye’de yaşarken, vatanı savunan ağabeyim Amerika’ya sürüldü.
Yalçın Ağabeyim Türkiye’ye dönüşünde de elini kalemine süremedi. Daha doğrusu sürdürmediler.
Darbecilerin öfkeleri ve kinleri hiç dinmedi.
Hiç yazı yazamadan da üzüntüden kahrından hayatını kaybetti.
Allah Rahmet Eylesin. Mekanı Cennet Olsun (Amin)
Benim yaşantımda iki hocam vardı. Bilemediğim her şeyi bu ikisine sorardım.
Birisi Enver Abi’ydi. Diğeri Yalçın Abim..
Yalçın Abimi kaybettiğimde, “Enver Abim var” deyip avunmuştum.
Enver Abi’yi de kaybedince tam bir boşluğa düştüm.
Bu iki insana yapmadığı zulüm kalmayan o darbeciler halen hapiste yatıyor.
Hem Enver Abi’yi hem Yalçın Abimi on binlerce insan dualarla, hayırla uğurladı.
28 Şubat sürecinde bu güzel insanlara zulüm eden o darbecilerin, hem bu dünyada hem de ahrette nasıl helak olduklarını hep birlikte görüp yaşayacağız İNŞALLAH!..

http://www.habervitrini.com/haber/enver-oren-yalcin-ozer-ve-28-subat-671160/