Balkan Savaşlarını ve 1. Dünya Harbi'ni okudukça, Sultan Abdülhamid'i devirip idareyi eline geçirenlerin içinde çok sayıda hain mevcut olduğunu görüyoruz. Bunlardan biri de Es'ad Toptanî Paşa'dır. Hasan Rıza Bey'in kahramanca müdafaa ettiği İşkodra Kalesi'ni düşmana teslim etmiştir. Yılmaz Öztuna şöyle anlatır:
25 Şubat 2024 Pazar
17 Eylül 2023 Pazar
8 Eylül 2023 Cuma
29 Ağustos 2023 Salı
24 Ağustos 2023 Perşembe
13 Ağustos 2023 Pazar
Sultan Vahîdeddin'in Millî Mücadeleye Yardımı ve Zaferin Soysuzlar Tarafından Gasp Edilmesi
2011'de günlük gazetelerde şöyle bir haber okuduk (aşağıdaki ekran görüntüsü 27.04.2011 tarihli Vatan Gazetesi'nden alınmıştır, kırmızı çizgili vurguları ben ilave ettim):
Bu haberden seneler önce, 1978 senesinde basılan Eshâb-ı Kirâm isimli bir eserin arkasında "Kitapta Adı Geçenleri Tanıtma" başlığı altında şu bilgiler mevcuttur. Yanlış hatırlamıyorsam Prof. Mim Kemal Öke 90lı yıllardaki bir gazete makalesinde bu yazılara atıfta bulunmuştu:
5 Ağustos 2023 Cumartesi
Enver Paşa: Karakteri ve İcraatları
33 yaşındaki toy başkomutanımız Enver Paşa, 4 yıllık savaşın ilk yılı içinde en güçlü 2 ordumuzu Sarıkamış ve Gelibolu'da harcamıştı, çoğunluğu 18-25 yaş arası delikanlılar oluşturuyordu. Bir daha asla olmasın! - Yılmaz Öztuna, 10.02.2010
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci:
Yılmaz Öztuna, Avrupa Türkiyesi'ni Kaybımız, s. 140 (Ocak 1913'teki Bâb-ı Âli Baskını'nı anlatırken):
Yılmaz Öztuna, II. Abdülhamid: Zamânı ve Şahsiyeti, Ötüken
Neşriyat, s. 147:
2 Temmuz 2023 Pazar
Yıldız Yağması'na İştirak Edenler Hakkında
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Osmanlı'nın Çöküşü, İstanbul, 2019, s. 26:
Bazı isimler 29 Haziran 2023 tarihli İngilizce makalesinde verilmektedir:
29 Haziran 2023 Perşembe
25 Haziran 2023 Pazar
8 Mayıs 2023 Pazartesi
İsmet İnönü'nün Cepheden Kaçışları
Kıdemli Yüzbaşı Lebib Bey anlatıyor: "İnönü
muharebelerinde ben de vardım. Bozulmuş kaçıyorduk. İsmet Bey kayboldu. Sivil
giyinip samanlığa saklanmıştı. Köylüler geldiler, düşman kaçıyor, siz nereye
kaçıyorsunuz deyince uyandık. Düşmanı kovalamaya başladık." (2/11/1970)
3 Mayıs 2023 Çarşamba
CHP'nin Kürtlere Yaptığı Zulümler
Nuh Albayrak, Star Gazetesi, 3 Mayıs 2023:
Anadolu Hareketi'nde Kürtlerin önemini çok iyi bilen Mustafa
Kemal Paşa, Samsun'dan yola çıkarken, Kürt liderlerden Cemilpaşazâde Kâzım'a
gönderdiği 11 Haziran 1919 tarihli telgrafta, "Bağımsız bir Kürdistan
İngilizlerin plânıdır. Ancak, Kürt kardeşlerimizin merbutiyetini
(aidiyetini) teminat altına almak için gerekli hak ve imtiyazları verme
yanlısıyım" demişti. (Andrew Mango, "Öz kardeş"ten
"inkâr"a, Derin Tarih, Kasım 2014, s. 56-67.)
Nitekim İstiklâl Savaşı'na verdikleri desteğe
"teşekkür" için 1921 Anayasası'nda Kürtlere "muhtariyet"
hakkı verilmiş ve 11. Madde ile de bu özerkliğin çerçevesi çizmişti.
Ancak 1923 sonunda CHP'nin (Halk Fırkası) kurulmasıyla
birlikte estirilen "Değişim" rüzgârı, Kürtler de fena sallamıştı!
"4 ilke"den biri olan "Milliyetçilik",
tek parti icraatına; "ırkçılık" olarak yansımıştı. Müslümanlara karşı
yürütülen operasyonların da muhatabı olan Kürtler, "çifte mağdur"
durumuna düşmüştü.
Nitekim 1924'te Hilafetin kaldırılmasına, "Türklerle
ortak paydamız ve devletle bağımız koparıldı" diye tepki gösteren Şeyh
Said'in 1925'teki kıyamı; "Kürt İsyanı" olarak yansıtılmış ve keskin
politika değişikliğine gerekçe yapılmıştı.
Bazı örneklerle bu süreci somutlaştırmaya çalışalım...
KÜRTÇE KONUŞAN İSTİKLAL MAHKEMESİNE...
Meclis Başkanı Abdülhalik Renda'nın hazırladığı ilk
"Kürt Raporu", "CHP Zulmü"nün "navigasyonu"
olmuştu. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgede "Türkleştirme"
yapılmasını öngören rapor, Kürtlerin; kendi dillerini konuşmasını "Milli
aidiyete darbe" olarak görmektedir!
Bu rapor ışığında, 8 Aralık 1925'te başlatılan "Güneş-Dil
Teorisi" ve "Vatandaş, Türkçe konuş!" kampanyalarıyla,
"Kürt ve Kürdistan" ibareleri yasaklanmıştı! Nitekim 24 Eylül 1925'te
yayınlanan "Şark Islahat Plânı"nın 13. Maddesi'nde Kürtlerin yaşadığı
il ve ilçeler sayılıyor ve "Buralardaki devlet dairelerinde,
mekteplerde, çarşı ve pazarda Türkçeden başka lisan kullananlar devlete karşı
gelme suçuyla cezalandırılır" deniyordu. "Devlete karşı
gelmek" ise "idam mangası" gibi çalışan İstiklâl Mahkemesi'nin
sahasına giriyordu.
Kürtlerin TSK'dan ayıklanması konusunda da özel çaba sarf
ediliyordu. 1928 yılında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın imzasıyla Askerî
liselere gönderilen "gizli" emirle, "Kürt çocuklarını
ayıklayın" talimatı verilmişti!
Çarpık CHP zihniyeti; batıdaki okullardan "Kürt'sün" diye
attığı öğrencilerin doğudaki okullarda okuyan kardeşlerine de, her sabah "Türk'üm..." dedirtiyordu!
CHP'nin Kürtlüğü ve Kürtçeyi yok etme operasyonu, Kürtlerin
yoğun yaşadığı köy ve şehirlerde ise korkunç bir "katliam"a
dönüşmüştü.
Şeyh Said İsyanını bahane eden devlet, Kurtuluş Savaşı'nda
şehit düşen Kürtlerin köylerine; günlerce bomba yağdırmıştı! Ağrı'da yürütülen
katliamlardan kaçarak Zilan Deresi'ne sığınan 15 bin Kürt imha edilmişti! (Cumhuriyet,
16 Temmuz 1930) Bu sayı, Kürt yazar Hesen Hişyâr Serdî'ye göre ise 47 bin
idi!
CHP Hükümeti, 1931'de çıkardığı 1850 sayılı kanunla, bu
katliamları "suç" olmaktan çıkararak memurlarını korumuştu!
Zaten onları teşvik eden bizzat Başvekil İsmet Paşa idi. 31 Ağustos
1930 tarihli Milliyet'e verdiği demeçteki, "Bu ülkede sadece Türkler
ırksal hak talep etme hakkına sahiptir. Her ne pahasına olursa olsun, ülkemizde
yaşayanları Türkleştirecek, karşı çıkanları yok edeceğiz" demişti.
BAKAN'DAN KOMUTANA: ONLARI MAĞARAYA GÖM...
Dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Tunceli 4. Umum
Müfettişi Abdullah Alpdoğan'a 26 Nisan 1937'de gönderdiği "Çok gizli"
mektupta şu inanılmaz ifadeleri kullanmıştı:
"Yakıcı ve boğucu gaz talep etmişsin. Hükümette bazı
kendini bilmezler, taleplerinin karşılanmaması için çalışıyor ama başarılı
olamadılar. Cumhurreisimiz ve Başvekilimiz taleplerinin derhal tedarik edilerek
yerine ulaştırılması emri vermişlerdir. Bütün şakileri o mağaralara göm, göm ki
bir daha canlanmasınlar."
Bu katliam talimatının aynen yerine getirildiğini yine Şükrü
Kaya'nın "teşekkür" mektubundan anlıyoruz:
"Muhterem Komutan, Mağaralarda kullanılan gazların
şakileri tamamen bertaraf ettiğini bildirmişsin. Gazan mübarek olsun. Madalya
ile taltif edileceğini bildirmek isterim."
Bakan bey, matbuatı uyarmayı da unutmamıştı! Cumhuriyet'in
sahibi Yunus Nadi'ye gönderdiği mektupta, "Muhabirinizin çektiği;
Dersim'in Islahı Projesi fotoğraflarını bakanlığımıza iade ediniz"
diyordu. Ayrıca 4 Temmuz 1937 tarihli gazetede çıkan haberi beğendiklerini
belirterek, "Harekât" ile ilgili haberlerin bakanlıkça kontrol
edildikten sonra yayınlanması konusundaki mutabakatı hatırlatmıştı. Hükümetin
beğendiği haberde, Kürtleri imha eden asker, "Kahraman Türk
Çavuşu..." başlığıyla övülmüştü!
ÇAĞLAYANGİL, KILIÇDAROĞLU'NA DERSİM KATLİAMINI ANLATTI
CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun memleketi olan "Dersim'in
temizlenmesi"ne özel önem veriliyordu. Köylerin nasıl yakılacağını
anlatan "Eşkıya Takibi ve Mağara Aramaları İçin Talimatnameler" el
kitabı hazırlanmıştı.
Operasyona katılan pilot Sabiha Gökçen, "Canlı ne
görürseniz ateş edin emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe
tutuyorduk" demişti!
Köylerin ve mezraların nasıl yakıldığını, mağaralara
sığınanların ise zehirli gazla nasıl imha edildiğini İhsan Sabri Çağlayangil,
Dersim Katliamını merak eden Kemal Kılıçdaroğlu'na, 1986 yılında; açık
yüreklilikle her şeyi anlatmıştı:
"(Kürtler) mağaralara iltica etmişti. Ordu, mağaraların
içinde zehirli gaz kullandı. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o
Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu." (Ses kaydı:
https://www.dailymotion.com/video/x15ws9r)
Hızını alamayan CHP Hükümeti, Almanya'ya peşin para
göndererek; kemikten geçerek iliği yakan "İperit (Hardal) gazı"
siparişi verilmişti. Bu gazın nerede kullanılacağı sorusuna, Kürtleri
kastederek "Eşkıyaya karşı" cevabı verilmesi üzerine
Almanlar, "Biz bu gazı devletlerin, kendi milletine kullanması için
üretmedik" diyerek, parası ödendiği halde göndermemişti. Harekât
bittikten sonra gönderilen 30 ton zehirli gaz, Mamak'ta bulunan Gaz Kimya
hanesi yakınındaki tel örgülü arazide; açıkta duran bidonlarda yıllarca
bekletilmiş ve 1950'den sonra imha edilmişti. (İşgale Benzer Hıyanetler,
s. 97)
Tek parti yönetimi ırkçılığa doymuyordu! İşi "kafatası
taraması"na kadar götürmüşlerdi. Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt,
(geleceğin Millî Eğitim Bakanı) Reşid Galip ve (geleceğin Başbakanı) Şemsettin
Günaltay, 10 ayrı ekip ile Anadolu'nun 10 değişik bölgesinde 40 bin kişinin
kafatasını ölçerek "Türk" olup olmadıklarına karar vermişti! Kafatası
ölçüm sonuçlarının açıklandığı, 18 Eylül 1930 Gölcük Yaylası'ndaki basın
toplantısında Bakan Bozkurt, "Türk vatanında, 'öz Türk' olmayanların
bir hakkı vardır, o da Türklere hizmetçi; köle olmaktır" demişti. (Aydın
Engin, Cumhuriyet, 21 Eylül 2014)
Kürtlere yönelik CHP zulmünü burada anlatmakla bitiremeyiz. Daha nice vahim ayrıntıları merak edenler, bu konuda yazılmış kitaplara müracaat edebilir.
1 Mayıs 2023 Pazartesi
Safiye Ayla'nın CHP Önde Gelenleriyle Maceraları
20 Nisan 2023 Perşembe
Kafatasçılık
Kemalist yazar Şevket Süreyya Aydemir "Suyu Arayan Adam" kitabında kafatası ölçmeleriyle kaybedilen zamanlardan bahsetmiş:
1979'da ölene
kadar TDK'nın başuzmanlığını yapan Agop Dilaçar Martayan'ın bir gazetede ''Agop
Dilaçar'ın Anıları İşte'' başlığı ile neşredilen hatıralarının bir yerinde Martayan şunları
söylüyor:
Bir akşam
Çankaya'da birkaç kişi Atatürk'ün etrafında toplanmıştık. Yemekten sonra kahve
içilirken konuşmalar bir aralık ırk, Türk dünyası göçler, antropoloji gibi
konulara kaydı. Konuşmalar sürüp giderken Atatürk'ün birden ''Kafalarımızı ölçtürelim''
demesi üzerine bir antropolog bulundu, kraniyometresi ile ilkin Atatürk'ün
kafası ölçüldü ve kafa karinesinin (Fr. indice cephalique) 84 olduğu ortaya çıktı.
Yani tam yuvarlak kafalı (brakisefal; şapka girimi çemberinde sağ-sol çizgisi
ile ön-arka çizgisinin oranı, yani ön arka çizgisinin uzunluğu 100 ise, sağ-sol
çizgisinin uzunluğu 84). Bu arada kafaları birazca uzun olanlar sofradan
usulcacık ayrılmağa başladılar. Atatürk'ün solunda oturan Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü Aras, Çanakkale'de doğmuş, Üsküp'te yetişmiş olduğunu bildirerek
kafasının tam brakisefal olmadığı icin özür diledi. Atatürk şakalaşarak
''istisnalar kanunu bozmaz'' dedi ve onun kafasını ölçtürmedi...(Tercüman
Gazetesi, 4 Ekim 1981)
Aşağıdaki resim Mustafa Armağan'ın Twitter hesabından alınmıştır:
Aşağıdaki vesika Müfid Yüksel'in Twitter hesabından alınmıştır:
6 Nisan 2023 Perşembe
11 Kasım 2022 Cuma
29 Ekim 2022 Cumartesi
22 Ekim 2022 Cumartesi
2 Ekim 2022 Pazar
Nihal Atsız'ın Bir Mektubu
Nihal Atsız'ın 1944'te ikinci karısı Bedriye'ye yazdığı mektup Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1962 tarihli 62. birleşiminin 2. oturumunda Meclis kürsüsünden okunarak devlet arşivlerine geçirilmiş (Kaynak: https://twitter.com/thedemirkirat/status/1576553752999301120).
https://www5.tbmm.gov.tr/tutanaklar/TUTANAK/MM__/d01/c004/b062/mm__010040620066.pdf
1 Ekim 2022 Cumartesi
15 Eylül 2022 Perşembe
Sultan'a 'hain' iftirası tarihi gaflettir!
Yılmaz BİLGEN, 15.09.2022, Türkiye Gazetesi
Prof. Dr. Hale Şıvgın, “Vahdeddin
henüz 4 aylık bir padişah iken İstanbul işgal edildi. Mustafa Kemal ve
arkadaşlarını kurtuluş umudu ile Anadolu’ya yolladı” dedi.
Prof. Dr. Ali Satan da “Bugün hâlen Vahdeddin haindir iddiasını sürdürmek, bizi tarihi
ideolojik kalıplarla açıklama çıkmazına götürür” diye
konuştu.
Tarih Doktoru Ahmet Anapalı ise “Sultan
Vahdeddin’e hain demek insafsızlık olur çünkü ihanet denilebilecek hiçbir söz
ya da davranışı yok. Yetersizlik derseniz o zaten çok açık” değerlendirmesinde
bulundu. Tarihçi Mustafa Armağan da “Millî Mücadele. Sultan Vahdeddin’in de dâhil olduğu müşterek bir
operasyondu” derken Prof Dr. Ekrem Buğra Ekinci,
Sultan Vahdeddin’in memleketi terk ederek muhtemel bir iç savaş ihtimalini
ortadan kaldırdığı görüşünü dile getirdi.
Dr. Ahmet Anapalı: Sultan Vahdeddin’e hain demek insafsızlık olur
çünkü gerçekten de ihanet denilebilecek hiçbir söz ya da davranışı yok.
Yetersizlik derseniz o zaten çok açık. Hem Mustafa Kemal’in Sultan’a yaverliği
bu noktada dikkate alınmak zorunda. Ayrıca
Samsun, Erzurum, Sivas, Havza ve Ankara’da attığı her adımda Sultan Vahdettin’i
bilgilendiren bir Mustafa Kemal gerçeği var. Yıkım projesi olan Sevr’i bozan isimlerden biri de
Sultan Vahdettin. Üstelik Sakarya zaferi sonrası Ankara’ya tebrik gönderiyor. İzmir'in kurtuluşunu ise Ayasofya’da mevlit okutarak kutladı.
Sultan Vahdettin’in hatalı kararları elbette var ancak ihanet asla. Zaten
Mustafa Kemal de onun hakkında, “Çok
namuslu bir adam öldü. İsteseydi Topkapı Sarayı’nın bütün hazinesini götürür ve
öyle bir ordu kurup geri dönerdi” diyor. Ölümünü duyduğunda ise “Vah vah!
Allah rahmet eylesin, bir tarih kapandı. Kim isterdi ki böyle olsun” diyen de aynı Mustafa Kemal’dir.
Prof. Dr. Ali Satan: Türkiye’nin tarih anlayışı artık hain ya da
kahraman parantezinden acilen çıkarılmalı. Bu, bizi fazlasıyla sığlaştıran bir
boyut kazandı. Sultan Vahdeddin ile ilgili yapılan tartışmalar her şeyden önce
dönem şartlarını dikkate alınmadan yapılıyor. Tarihi
bugünden anlamlandırmak yaşanmış gerçekliğe zarar verir. Bununla birlikte tarihi bu kadar siyasallaştırmak çok
büyük hata. Her devrim doğal olarak önceki yapı ile bir tarih savaşına girer.
Ancak biz de aradan geçen yüz yıla rağmen aynı hava estirilmeye çalışılıyor. Bu
durumdan acilen çıkılması gerekiyor aksi durumda ülkemiz, gelecek nesiller
büyük zarar görür. Kendi tarihimizle barışmak zorundayız. Daha fazla kavga ve
hesaplaşma hevesi ne ülkeye, ne tarih bilimi ne de gençliğimize hiçbir şey
kazandırmıyor. Aidiyet duygularımızı zedeliyor. Sultan
Vahdettin’e hain demek tarihte hain aramaktır. Bundan çıkmak zorundayız. O günün şartlarını göz ardı ederek yaşanmışlıkları
ideolojik malzemeye dönüştürmek yanlış sonuçlar doğuruyor. Sultan Vahdeddin’e
Sevr dâhil hiçbir sebeple hainlik yaftası vurulamaz. Hataları eleştirilebilir
ancak hainlik ithamı büyük hata olur.
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci: Sultan devlet reisidir. Osmanlı Kanun-i Esasisi’ne ve dünya anayasa hukuku
teamüllerine göre hükûmet işlerinden kabine mesuldür, hükümdar gayrimesuldür.
Sultan Vahideddin tahta çıktıktan sonra olan bitenlerden iş başına getirilen
kabineler sorumludur. Hattı zatında Padişah, aklen ve hukuken ‘vatan haini’ olamaz çünkü memleketi mülkü, halkı da ailesi gibi görür.
Olayın bir diğer boyutu ise Vahideddin Han, memleketi harbe sokan ve felakete
sürükleyen aktör değil tam tersine harbin sonunda tahta çıkan bir hükümdar.
Ülkeyi harbe sürükleyen kadronun büyük kısmı daha sonra Ankara Hareketine
katıldılar ve bunların hiçbirisine önceki yaptıklarından dolayı hesap
sorulmadı. 1 Kasım 1922’de Ankara Meclis’i saltanatı kaldırdı. Padişaha da
can güvenliği kalmadığı için memleketi terk etmekten başka yol kalmadı.
Kalsaydı iç savaşa sebep olabilirdi..
Prof. Dr. Hale Şıvgın: Sultan Vahdeddin’in 3 Temmuz 1918’de tahta çıkışı
kendisi için de sürpriz oldu. Devlet yönetimi konusunda hiçbir tecrübesi
olmayan Sultan Vahdeddin, 4 ay sonra gelen işgalle sarsıldı. İlerleyen
yaşı ve deneyim eksikliğinin yanı sıra Osmanlı’nın en zor döneminde padişah
olan Sultan Vahdeddin itilaf-işgal devletlerinin kurduğu Yüksek Komiserliklerle
tam olarak kuşatıldı. Bir tür devlet içi devletçikler oluştu. Padişah’ın
bağımsız hareket etme şansı kalmadı. Özellikle İngilizlerin ağır baskısı
altındaydı. O şartlara rağmen Mustafa Kemal’i Anadolu’ya yolladı. Gönderen
İstanbul yönetimiydi ancak geri çağıran İngiliz kanadı oldu. Sultan Vahdeddin aciz bırakılmış bir sultan ve Anadolu’yu topyekun
kaybetme korkusu yaşıyordu. O dönem yaşananlara ait belgeler Sultan
Vahdettin’in hain olmadığını ispata yeterli.
Prof. Dr. Mete Tunçay: Ben öteden beri ‘Hain padişah
Vahdeddin’ sözünün, o dönemin şartları içinde söylenmiş
haksız bir şey olduğunu düşündüm. Vahdeddin
siyasi anlamda yanlış hesap yapmış olabilir ama bu onun veya Damat Ferit
Paşa’nın hain olduğu anlamına gelmez. Hain olması için en azından karşılığında bir şeyler alıp
satması gerekir. Vahdeddin’in bir şey alıp sattığını kimse söyleyemez herhalde.
Bu, Cumhuriyet’in kuruluş dönemi koşulları öyle gerektirdiği için dolaşıma
sokulan bir söyleyiştir. Bugün artık bu meselelere çok daha soğukkanlı
bakabilecek ve şefkatle yaklaşabilecek durumdayız.
Prof. Dr. İlber Ortaylı: Osmanlı çökmemiştir. Osmanlı İmparatorluğu bir rejim olarak kendisini feshetti. Son padişah bu feshi kabul etti. Hâlbuki kendisine sadık birliklerle direnebilecekken kan çıkmasın, kavga çıkmasın diye atladı gitti. Orada parasız sıkıntı içinde sefalet içinde öldü. Hatta bakkal bile alacağı için cesedine haciz koymaya kalktı.